751 yılının Temmuz ayında, ordusu Talas’ta bozguna uğrayan Çin, Orta Asya’nın egemenliğini Araplara bırakırken, Türk Tarihi’nin akışı da değişiyordu:
Türklerle yapılan zorlu mücadelelerin verdiği yılgınlık ve
Abbasi devrimi nedeniyle, Arapların baskısının önemli oranda zayıflaması,
Çin’in batıya doğru genişlemesine neden olur.
Türgişleri üst üste yenilgiye uğratan ve şeflerini öldüren
Çin ordusu, Fergana ve Taşkent egemenlerini kedisine bağlar. Hazar Denizi
güneyindeki Toharistan egemeni kendi isteğiyle Çin’e bağlanırken, Çin
Taberistan’da da genişlemesini sürdürür.
Kaşmir egemenleri ve Kabul ’deki Türk Şahi soyu, Çin
egemenliğini tanır ve Kaşgar’dan gelip Pamir geçitlerinden İndus’a uzanan Hint
ticaret yolunun güvenliği için Çin’e yardımcı olurlar. Ancak Araplarla sürekli
işbirliği yapan Tibetliler yolun güvenliğini sürekli tehdit ederler.
Tibet’e bağlı yerel egemenlerinin Pamir geçitlerini sürekli
kapatmaları üzerine, Çin Yabgusunun çağrısıyla bölgeye iki kere sefer yapılır.
Koreli General Gav Şien-Çi, Karakurum geçitlerini aşar ve 750 yılında
Taşkent’in üzerine yürür. General Gav Şien-Çi, yükümlülüklerini yerine
getirmeyen Taşkent egemenini tutsak alır. Ayrıca Taşkent yağmalanır. Pek çok
değerli taşlar, mücevherler, altınlar ve değerli binek atları, Çin İmparatoruna
ve çevresine armağan edilir.
Taşkent seferindeki başarısı ve cömertliği nedeniyle Çin
İmparatoru, General Gav Şien-Çi’yi, Hı-Şi Valisi unvanıyla Sarı Nehrin
batısındaki bütün ülkelerin yöneticiliğine atar. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin
Tarihi, cilt: 3 Sayfa: 1167)
751 yılının
Temmuzunda, Türk Tarihi’nin akışı, Talas’ta değişiyordu:
Taşkent egemeninin Çinliler tarafından idam edilmesi üzerine
oğlu, Horasan Önderi Ebu Müslim’den yardım ister. Ebu Müslim’in başına komutanı
Ziyad’ı atadığı ve kendisine bağlı yerel Türk egemenlerinin kuvvetleriyle de
destekleyerek gönderdiği ordusunun amacı, Çin kaynaklarına göre Doğu
Türkistan’daki Çin’e bağlı bütün eyaletlere baskın yapmaktır.
Koreli general, üzerine gelen Arap-Türk birleşik ordusunu
daha ileride karşılamak için, 700 kilometrelik yürüyüşle Talas önlerine
geldiğinde, Karluk ve Fergana’dan aldığı askeri destekle emrindeki Çin-Türk
birleşik ordusu da 20-30 bin askerden 70 bin askere ulaşmıştır.
Her iki General, Türkistan egemenliğini kaptırmamak için 751
yılının bir Temmuz günü Talas önlerine ordularına hücum emri verdiklerinde, üç
milletten yaklaşık 150 bin insan, Dünya tarihinin en önemli savaşlarından
birinde, komutanlarının amacı için birbirlerine girmiş, var güçleriyle
savaşıyordu.
Savaş tam beş gün sürmüş, egemenlerinin amacı için binlerce
insan birbirlerini öldürmüş, ancak iki ordu da üstünlük kuramamıştı. Ve işin
daha da acısı her iki orduda da bulunan binlerce Türk asker vardı. Yani aynı
milletin binlerce insanı, iki ayrı orduda, biri Arap, biri Çin emrinde Koreli
olan komutanlarının, kendi ülkelerinde, kendilerine egemen olmaları için,
birbirlerini öldürüyorlardı.
İşte Talas Savaşı budur ki, hiçte Türk milleti için, zafer
diye övünülecek bir tarafı da yoktur.
İşte bu amansız savaşın beşinci gününde, Çin ordusundaki
Karluk Türkleri saf değiştirince iki ateş arasında kalan Çin ordusu bozguna
uğrar. Yardımcısı Li-Şi-Ye’nin güçlükle ikna ettiği General Gav Şien
Çi, 70 bin kişiyle geldiği Talas önlerinden, ordusunun
yarısından fazlasını kaybederek geri çekilirden, Orta Asya egemenliğini de
Araplara terk ediyordu.
İşte Türklerin Tarihi de, Dünya tarihini de derinden
etkileyecek bir şekilde yön değiştirir.
Asında bu savaşla Türklerin hemen İslam’a yöneldiği
sanılmamalıdır. Ancak koşullar Arapların Türkleri dönüşüme uğratması için uygun
hale gelmiştir. Bu savaşın bir özelliği daha vardır, Araplar artık Türk
ülkelerinde egemendir. 15 yılda Dünyanın en büyük coğrafyalarından birine
egemen olan Arap İmparatorluğu, Ahnef Bin Kays’ın Ceyhun Nehrine dayanmasıyla
birlikte başlayan Ceyhun’un ötesindeki Türk ülkelerini istila mücadelesi,
Arapların hiçbir ülkede karşılaşmadıkları, 10 binlerce Arap askerinin can
verdiği ve 70 yıl boyunca içinden çıkamadıkları bir batağa dönüşmüştür.
Sonunda Arap İmparatorluğu Türk Ülkelerinde egemendir. Ancak
Tanrı Dağları’nın batısında bütün istila enerjisi de bitip tükenmiştir. Artık
daha ötesi Çin’dir ve Çin gibi bir ülkeyi de istilaya kalkmak, Arapların akıllarından bile geçmeyecektir.
Yine de Soğd egemenleri Arap egemenliğini reddedecek ve Ebu
Müslim Semerkant’ta olduğu halde Keş şehrinde ayaklanma başlayacaktır. Araplar,
Türk ayaklanmasını bastırırlar. Keş egemeni ve bütün ayaklanmacı yerel
egemenler öldürülürken, başta Buhara ve diğer Soğd egemenleri de, suç ortaklığı
yaptıkları gerekçesiyle asılarak idam edilirler.
Askeri mücadeleden,
İnanç görünümlü mücadeleye evriliş:
Bu kez Araplara karşı Samanoğlu devleti kurulana kadar
dinsel bir görüntü ile mücadeleler devam edecektir. Anti-Emevilik olarak
başlayan bu mücadelelerde Şii mezhebinde kendini gösteren Arap dışı bir İslam
mücadelesi, resmi İslam’a karşı soyut bir İslam’ın mücadelesi olarak
sürecektir.
Mevalilerin isyanıyla Abbasi iktidarının yükselişi sonunda,
bu kez de Abbasi iktidarının resmi İslam’ın temsilcisine dönüşmesi ile Mevali
halkların muhalefeti de yönünü bu kez Abbasilere döner. İşte tüm bu nedenler
İslamiyet’in bir Revizyona zorlanmasına neden olur.
İşte Mevalilerin içinden çıkarak Horasan’da ihtilal başlatan.
Ve Ümeyyeoğulları’nın zulmünü bitiren, Ebu Müslim El Horasani, suikast ile
öldürülmesinden sonra, Ali soyuna rağmen Abbasileri iktidara getirmesi, Şii
hareketini bastırması, Zerdüşt inancından Bidafiler eylemini ve Buhara halkının
isyanını kanlı bir şekilde ezmesi unutularak, Mevali halkların resmi Arap
İslam’ına karşı mücadelesinin sembolü olur.
Çünkü Ebu Müslim bir mevalidir ve iktidara taşıyarak resmi
Arap İslam’ının temsilcisi yaptığı Abbasi Halifesi tarafından öldürülmüştür.
İran’da Sinbad, Zerdüştleri, Mazdekileri, Şiileri birleştirerek, Nişabur’da Ebu
Müslim’in kan davası için ayaklanma başlatır. 100 bin kişiyi bulan
ayaklanmacılar Şiiler, Zerdüştler ve asıl olarak da Türklere dayanarak, siyah
bayraklı Abbasi’ye karşı beyaz bayrak açarlar.
Ayaklanma bastırılsa da beyaz elbiseli, beyaz bayraklıların
eylemi, 776 da El Mukanna ismi verilen kişinin önderliğinde bütün Türk
ülkelerine yayılarak devam eder. Ayaklanmaları sürekli kanla ezilen beyaz bayraklı
ve beyaz giysililer, Heterodoks İslami akımlar içinde erirler.
Eski Horasan genel valisi Nasır Bin Seyyar’ın torunu
Rafi’nin Güney Türkistan’da başlattığı ayaklanma tüm Türklerin desteğiyle 810
yılına kadar devam eder. İslam İmparatorluğu, Ceyhun ve Seyhun arasındaki
isyanlara sürekli destek veren Seyhun ötesi Türklerini ve egemenlerini ise
kendisine bağlayamaz. Karlug yabgusunun üzerine gönderilen ordulardan bir sonuç
alınamaz.
811 yılında Me’mun
kardeşi Halife Emin’e karşı mücadeleye başlatmadan önce durumdan şöyle yakınır:
“En elverişsiz zamanda mücadeleye başlamak zorundayım. Karlug Yabgusu itaate
yanaşmıyor. Tibet egemeni Kağan da öyle, Kabul Kralı, ülkesinin yanındaki
Horasan’ı istilaya hazırlanıyor. Otrar egemeni (Peçenek ve Oğuz bölgesi)
eskiden ödediği haracı ödemiyor.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Cilt:3
sayfa:1173)
Sonunda Me’mun, Horasan ve Maveraünnehr’e, Tahir’i ve Samani
gibi özerk yerel egemenler atayacaktır.
Bu yerli soylular sayesinde Dihkanlar ve Tüccarlar yararına kurulan
egemenlikler sayesinde Horasan, Buhara ve Semerkant, İslam’ın en önemli
merkezlerine dönüşür. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3 sayfa: 1174)
Me’mun’un bu Horasanlı (Türk) Mevaliyi gözeten tutumu ise
tabii ki siyasi çıkar amaçlıdır. Babası Halife Harun ve Arapların desteğiyle
Halife olan Emin’in karşısına başta İranlılar olmak üzere tüm Mevali halkların
desteğiyle çıkarak iktidara oturduğunda, Arapların Abbasi kuşkusu artarken,
Mevali halk Hilafetin yanında daha güvenilir bir güç haline gelecektir.
Artık istila dönemi
sona ermiş, savunma dönemi başlamıştır:
Ancak yine de Emevi döneminden sonra her şeyin değiştiği
sanılmamalıdır. Arap'ın ulusu Kureyş, Kureyş’in ulusu Beni Haşim mutlak
iktidardır. Emevi dönemi zorunlu Arapça kullanımı “Müslüman dili” adıyla daha
da yaygınlaştırılırken Mevali halkın algısıyla oynanmıştır. Bununla birlikte
istila gücü iyice tükendiği için artık istiladan savunma politikasına
geçiliyordu.
Göçebe Türkler’ in saldırılarına karşı surlar inşa edilir.
Horasan’ın Abbasi valisinin emri ile yerli halkın angarya emeği ve
varlıklarıyla inşa edilen ve Buhara eyaletinin 22 bölgesinin 15’ini kuşatan 72
kilometrelik sur adeta küçük bir Çin Seddi’dir. 776 yılında Taşkent ve
çevresinin de, yine göçebe Türklerin akınlarından koruna bilmesi içi Seyhun’a
uzanan ve şehre 12 kilometre mesafedeki Çirçik nehrine ulaşan bir sur inşa
edilir.
Bunların yanı sıra “ribat” adı verilen ve gönüllü gazilerin
koruduğu binlerce berkitiliş yapı inşa edilir. Örneğin Taşkent’in kuzeyinde
çevresi akıncı göçebe Türklerle dolu olan İsficap bölgesinde bu yapılardan 1700
adet bulunduğu söylenir. Yine Baykent çevresine, Karakurum Oğuzlarına karşı
yüzlerce “ribat” yapılır. Horasan’ın kuzeyinden geçen ve çevresini bozkırların
sardığı ticaret yolu, yine göçebe Türklerin akınlarına karşı ribatlarla
doludur.
Ribat örgütlenmesinin, işgalci Arapların “El Kamil” (olgun),
Türklerin ise “El Cağr” (kurbağa) adını verdikleri Eşres’in, yıkılmaya yüz
tutmuş Arap egemenliğini yeniden sağlamlaştırmak için, İslam’ın da bir araç
olarak kullanılmasına eşlik eden bir yöntem olarak kurulmaya başlandığını
görmekteyiz.
Değeri gittikçe artan
bir ticaret malzemesi, Türk köleler:
Abbasiler döneminin en belirgin özelliklerinden biri de, bu
kez de göçebe Türklere karşı sürekli bir hâl alan savaşlarda kullanılmak üzere
değerleri gittikçe yükselen bir ticaret malzemesi haline gelen köleleştirilmiş
Türklerdir.
Abbasi saraylarının ve ordularının en aranılan malzemesi
köleleştirilmiş Türkler olmuştur. Yerel egemenlerden yükümlü oldukları haraç,
köle olarak alınmaya başlanır. Kabil’in Türk Şahi egemeni, her yıl Oğuz
boylarından2 bin köle sağlar. İbni Hurdatbih, tanesi 300 dirhemden 2 bin Oğuz
kölenin değerinin 600 bin dirhem ettiğini söyler. 10. Yüzyıl Arap coğrafyacısı
İbni Havkal, abartılı bir biçimde Türk kölelerin değerinin müthiş yüksek
olduğundan bahseder. “Horasan’da bir Türk çocuğunun 3 bin dirheme satıldığını
gördüm…” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt:3 sayfa:1176-1177).
Bu şekilde Arap ordularında mevali birliklerinin kurulması
giderek sistemli bir hâl alır. Araplarla hiçbir eşitlikleri olmayan bu köle
askerlerin ganimet hakları yoktur. Ancak geçinmelerinin sağlanmaları için maaşa
bağlanmışlardır. Türklerle yapılan 70 yıllık mücadele sonucunda savaşçı
güçlerinin iyi bilinmeleri, İslam ordularında Türk köleler giderek artan oranda
bir sayısal üstünlük elde ederler.
Böylece Türk köle lejyon ordusu, İslam İmparatorluğu’nun
giderek temel askeri gücünü oluşturacaktır.
Gelecek yazıma bu konuyla devam edeceğim.
AHMET ELDEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret, aşağılama içeren yorumlar yayınlanmaz