1361 yılında 1. Murat tarafından pencik kanunu ile kurulan
kapıkulu ocağının, Osmanlı Devleti’nin hızla imparatorluk haline gelmesinin
kaçınılmaz bir sonucu olduğunu görürüz.
Modern toplum ve siyaset biliminin öncüsü İbn’i Haldun’un
başyapıtı Mukaddime ’de, bir imparatorluğun doğuşu ve gelişimi ile ilgili
yaptığı tespit, Osmanlı İmparatorluğu ve onun devşirme düzeni ile bakınız nasıl
bire bir örtüşmektedir.
“ Büyük bir imparatorluk kuran hükümdar, çok güç bir
görevle, bütün insanları kendisine itaat etmeye yöneltmek görevi ile karşı
karşıyadır. Bunu başarmak için kendi kabilesine karşı, sanki yabancı bir halka
boyun eğdiriyormuşçasına acımasız davranmak zorundadır. Şiddete başvurmazsa, o
güne kadar bir hükümdarı hem ruhani hem dünyevi bir önder olarak görmeye
alışmamış insanları kendine itaat eder duruma sokamaz. Hükümdarın ruhani ve
dünyevi bir önder olması gerektiğini, dini dogmaların bir parçası haline
getirmek için her fırsatı kullanır. (…) despotça niyetlerini saklamaz; kendi
kabilesinden kişilerin daha önce sahip oldukları yetkileri kaldırır. Onlar bu
yetkileri yeniden ele geçirmeye kalktıklarında şiddetle karşı koyar. Bu
davranışı ile kendi öz yurttaşlarını kendi can düşmanı haline getirdiğinden
dostlarını başka yerde aramak zorunda kalır. O zaman kendi savunması ve
devletini emanet ettiği kişiler yabancılar olur. Bir zaman sonra bu kişiler
ihsana gark olurlar; çünkü bunlar hükümdarı, iktidarı ele geçirmek için fırsat
kollayan kabilesinin teşebbüslerine karşı korumak için can vermeye
hazırdırlar.” (Erol Anar, İnsan Hakları Tarihi, sayfa: 89)
İşte 1. Murat ile hızla imparatorluk haline gelen Osmanlı
Devleti de içinden çıktığı ilkel aşiret demokrasisinden uzaklaşmaya,
otoriterleşmeye ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da içinden çıktığı topluma
tamamen yabancılaşmaya başlıyordu. İşte Pencik kanunu ile kurulan kapıkulu
ocağı bunun sonucu idi.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u ele geçirmesinden sonra,
yönetimdeki son Türk unsur Çandarlı Halil Paşa’yı bulduğu ilk fırsatta kanlı
bir şekilde tasfiyesi ile Osmanlı Düzeni ’de tamamen devşirme bir kast
sistemine dönüşecektir.
Balkanlar ve Anadolu’nun sadece Ortodoks Hıristiyan
halklarından özenle seçilen ve Enderun’da özel olarak yetiştirilen Sırp
ağırlıklı bir yönetim kadrosu, Türkleştirilmiş ve İslamlaştırılmış medreseden
yetişme ulema kadrosu ve bu düzenin bekçisi olan kapıkulu ocağının diğer kolu,
paralı askerlerden oluşan devşirme Yeniçeri Hassa ordusu.
Birbirini destekleyen bu üç unsurun birleştirici ve taşıyıcı
en önemli unsuru ise, içinden çıktığı toplumdan yabancılaşmanın sonucu olarak
sadece seçme Hristiyan cariyeleri kendine eş olarak seçen üçüncü Padişahtan
itibaren o cariyelerden doğan ve sadece o cariyelerden çocuk sahibi olan
Osmanlı Padişahıdır.
Padişahlarının bu özelliği ile Osmanlı Hanedanı’nın
yönettiği devletin hiçbir unsurundan olmayan, fakat Sırp, Rum, Bulgar, vs.
hepsinin karışımı melez bir soy olduğunu görülür.
Sadece kurucularının Türk olmasından başka hiçbir ulusal
hasleti olmayan. Çok uluslu bir imparatorluk mantığı ile de kendini
imparatorluğun hiçbir unsuruna bağlı görmeyen ve giderek kurduğu bu devşirme
kast sisteminin organik bir parçası haline gelen Osmanlı Hanedanı’nın ve onun
devşirme düzeninin bu yapısı nedeniyle, Türk-İslamcı şartlanmanın ne derece
mesnetsiz ve temelsiz olduğu görülmektedir.
Akıllarında hala 1400 yıllık tarihi incelendiğinde sürekli
savaş, katliam ve acıdan başka hiçbir şey vermemiş.
Tarihin hiçbir döneminde çağdaş, huzurlu, adil ve refah içinde bir toplum
düzeni gerçekleştirememiş ve 1400 yılda 1400 kere iflas etmiş bir Şeriat düzeninin
özlemi olan bu şoveniz zihniyetin sahiplerinin, hala Osmanlı’ya ecdat diye
sarılmalarının nedeni, kendilerine başka hiçbir dayanak bulamamalarının
sonucudur.
AHMET ELDEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret, aşağılama içeren yorumlar yayınlanmaz