“Siz daha kimden
haraç alacaksınız? Çünkü halkın hepsi, artık Arap oldu!”
Müslim bin Said’in komutasındaki İslam Ordusunun Türgişler
(Türkeşler) karşısında uğradığı ağır yenilgi ile Seyhun nehri ötesindeki Arap
varlığının sona ermesi, Seyhun ve Ceyhun arasındaki tüm Türk yurtlarında büyük
bir isyan hareketine neden olmuştur.
Bunun üzerine halife Yezit bin Abdülaziz, 724 yılında Müslim
bin Said’i görevden alarak yerine Esed bin Abdullah’ı atar. İşgal altındaki tüm
Türk yurtları adeta yangın yerine dönmüş, Müslümanlığı kabul etmiş veya öyle
görünenler bile bu büyük isyana katılmıştır.
Türgiş Hakanı Su-lu, 726 yılında Esed bin Abdullah’ı
Hutal’da ağır bir yenilgiye uğratır ve Esed kaçar. Bunun üzerine halife, Esed’i
de görevden alarak yerine Eşres bin Abdullah’ı atar. Yeni vali zulüm ve baskıyı
artırarak direnişi kırabileceğini ummaktadır. Eşres bin Abdullah’ın, Türk
direnişinin ideolojik temelini kırabilmek için zorla Müslümanlaştırma çabası
ise tam bir başarısızlıkla sonuçlanır. (Z. Kitapçı, Türkistan’da İslamiyet ve
Türkler, sayfa: 228)
“Siz daha kimden
haraç alacaksınız?”
Semerkant önderi Guzek (Oğuz Beg) Eşres bin Abdullah’a
gönderdiği mektupla, herkesin Müslüman olması nedeniyle haracın tamamen
kesildiğini bildirir. Benzer bir çıkışta Buhara dihkanlarından gelir. “Siz daha
kimden haraç alacaksınız? Çünkü artık halkın hepsi Arap oldu derler.” (Z.
Kitapçı, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, sayfa: 236)
Burada dikkat çeken durum şudur, Türkler, İslamlaşma ve
Araplaşmayı bir görmektedirler.
“İslam’ın kudreti
haraçta yatar!”
Bunun üzerine Eşres bin Abdullah Türklerin haraç ödememek
için Müslüman oldukları gerçeğini anlar ve “İslam’ın kudreti haraçta yatar”
mantığıyla hareket etmeye başlar. İşte burada İslam İmparatorluğu’nun yayılış
nedeninin gerçek yüzüyle de karşılaşırız.
İslam İmparatorluğu da her yayılmacı ve fetihçi
imparatorlukta olduğu gibi parlak zafer yıllarını geride bırakmış, en geniş
sınırlarına neredeyse ulaşmıştır. Bu yüzden artık eskisi gibi zengin ganimet
gelirleri yoktur. Bu nedenle haraca olan gereksinim de, yaşamsal bir öneme
sahip olmuştur.
Görüldüğü gibi Arapların, fethettikleri ülkeleri hidayete
erdirmek gibi bir dertleri yoktur. İslam İmparatorluğu, emperyalist bir
zihniyetle hareket etmekte ve bu amaçla dini de bir araç olarak sonuna kadar
kullanmaktadır.
Eşres bin Abdullah, Müslüman olmak için, “sünnet olmak,
namaz kılmak ve Kur’an’dan en az bir sure okumak” gerektiğinin bildirir. Aldığı
yanıt ise şudur: “Bütün yerliler gerçekten İslam oldu, cami yapımına başlandı.
Böylece bütün halk Arap oldu. Kimseden vergi alınmamalı…” (Doğan Avcıoğlu,
Türklerin tarihi, cilt: 3 Sayfa: 1156)
Bu durum karşısında Eşres bin Abdullah, eskiden vergi alınan
herkesten yine vergi alınmasını kararlaştırır. Böylece fakirlik nedeniyle
Müslüman olmuş pek çok biçare kimselerden, bile zorla haraç alınmaya başlanır.
İşte bu yüzden de Semerkantlı ve Buharalı Müslümanlar isyan ederler ve
Türgişler’den yardım isterler. 728 yılında Türgiş Hakanı Su-lu, Buhara’yı
Araplardan geri alır.
Arap egemenliği, Türgiş Hakanının ilerlemesi karşısında
Semerkant ve Dabusiya şehirleri ile birlikte bir iki küçük kasabayla sınırlı
kalmıştır. Arap vali bunun üzerine yerli halka pek çok müsaadeler verir, ancak
gerekli ilgiyi görmez. Türgiş Hakanı, Baykent yakınlarında sıkıştırdığı Arap
ordusuna ikinci bir susuzluk günü yaşatır.
Kemerce kalesinde
kaçırılan tarihi fırsat!
Nihayet Semerkant’a doğru hızla ricat eden Arap ordusu, 729
yılında Kemerce kalesinde Türgiş ordusu tarafından 58 gün süre ile kuşatmaya
alınır. Bu durum üzerine Harzem’de bile Araplara karşı isyanlar başlar. Türgiş
Hakanının amacı, Semerkant’ta ki Arap merkez ordugâhını düşürerek, Arapları
Maveraün-nehr’den tamamen atmaktır. (İslam ansiklopedisi Türkler maddesi,
Sayfa: 185)
Elli sekiz günlü kuşatmanın arkasından Araplar, açlık ve
susuzluğun dayanılmaz hale gelmesiyle, Türgiş hakanından aman dilerler. Bunun
üzerine Araplar, Debusia’ya gitmek üzere serbest bırakılır.
729 yılında meydana gelen bu olayda aslında Türgiş Hakanı,
Arap ordusunu tamamen imha ederek tarihin akışını döndüre bilirdi. Böylece
Ceyhun nehri ötesindeki Arap varlığı tamamen sona erer ve Türkler de Arap
mezaliminden kurtula bilirdi. Aslında burada bir insaniyet edebiyatı yapmaya da
gerekte yoktur. Ancak bu olay nedeniyle bazı tarihçiler bunu yapmışlardır.
Türklerin defalarca kendilerine karşı aynı duruma düştükleri
zaman, zarar vermeyeceklerine söz vererek, sonra “kâfire verilen söz muteber
değildir” diyen bir zihniyete karşı da, o zihniyetin yine “kısasta sizler için
hayır vardır” ilkesiyle hareket edilebilirdi. Zaten bu olaydan sonra bile,
ileride görüleceği gibi Araplar, Türklere karşı katliamlarını sürdürmüşlerdir.
Kaldı ki baskıcı bir zihniyetten de bundan farklı bir davranış ta beklenemez.
Görüldüğü gibi, Türgiş Hakanı tarihi bir fırsatı kaçırmıştır.
Ordu yok olursa
Semerkant da düşer, iki felaket yerine bir felaket olsun!
729 yılında Semerkant’ı kuşatan Türgiş Hakanına karşı, Arap
merkez karargâhı komutanı Suhre bin Hurr, başarısızlıkları yüzünden görevden
alınan Eşres bin Abdullah’ın yerine atanan Cüneyt bin Abdurrahman’dan yardım
ister. Ancak yeni valiyi uyarmayı da ihmal etmez. “Bir Horasan valisinin 50
binden az askerle nehri geçmesi doğru değildir” diyerek haber gönderir. (Doğan
Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Cilt: 3 sayfa: 1157)
Cüneyt bin Abdurrahman, önce Keş şehrine gelerek asker
toplar. Semerkant’a giden çöl yolu Türkler tarafından tutulmuş ve tüm su
kuyuları da kapatılmıştır. Bunun üzerine dağ yoluna yönelen Horasan valisi,
bunu haber alan Türgiş Hakanı tarafından ordusuyla birlikte Savdar dağlarının
dar geçitlerinde sıkıştırılır. Semerkant'a yardıma giderken Türklerin tuzağına
düşen Cüneyt bin Abdurrahman, “Ordu yok olursa Semerkant da düşer, iki felaket
yerine bir felaket olsun” diyerek, Semerkant'tan yardım istemek zorunda kalır.
Semerkant komutanı Savra (Suhre) bin Hurr, 12 bin kişilik
bir kuvvetle yardıma gelirken onun gelişini haber alan Hakan Su-lu, iki ateş
arasında kalmamak için uygun bir yerde siper alır. Nihayet Semerkant’tan gelen
yardım kuvveti beklenen noktaya gelince Türkler saldırıya geçerler. Diğer
taraftan Türk Hakanı Arapların çevresindeki ot ve çalıları da ateşe verdirir.
Her taraflarını ateşlerin sardığı Araplar canlarının derdine düşmüşler ve
başlayan büyük panikte çoğu yanarak can vermeye başlamışlardı. Suhre bin Hurr
bile o panik halinde atından düşerek belini kırar ve feryatlarla yanarak can
verir.
Türk Hakanı Su-lu, sıkıştığı vadiden kurtulmayı başaran Cüneyt
bin Abdurrahman’a taarruz eder. Cüneyt son bir çare olarak, ordudaki kölelere
kurtulmayı başardıkları takdirde özgürlüklerini vaat eder. Özgürlük umuduyla
ölümüne bir mücadeleye girişen köle askerler sayesinde Semerkant yolu nihayet Cüneyt
bin Abdurrahman’a açılır, yıl 730.
Araplar, Türklere karşı yaptıkları bu amansız mücadelelerin
sonunda, güç toplamak için yeni savaşlara girişmezlerken, ellerinde kalan
Buhara, Semerkant ve Keş şehirleriyle yetinmek durumunda kalırlar.
Kaybettikleri yerleri geri almak için Türklere yeniden saldırıp şehit olmaya ve
cennetin sonsuz nimetlerine kavuşmaya artık pek niyetleri yoktu.
Cüneyt bin Abdurrahman’ın734 yılında ölmesiyle, Türk
yurtlarındaki Müslüman nüfus tekrar önemli oranda azalır. 737 de Emevi
hanedanına karşı ayaklanma başlatan Abbasi yanlısı Hariş, Türgişlere sığınır.
Hakan Su-lu, Seyhun nehrini son geçişinde, Ceyhun ve Seyhun arasında Arap
egemenliği altındaki bütün Türk hakanlarından başka, Abbasi yanlısı Hariş’in
taraftarları dahi Türgiş Hakanının tarafına geçmiştir. (İslam Ansiklopedisi,
Türkler maddesi, sayfa: 186)
Bir ihanetin
yaşattığı hezimet ve talihin tersine dönüşü:
Türk yurtlarında yaşanan büyük bozgunlar vali değişimini de
hızlandırmıştır. Arka arkaya yapılan atamalar sonunda 735 yılında Halit bin
Abdullah, yeni horasan ve Türkistan valisi olur. 737 yılında yeniden sefere
çıkan Türgiş Hakanı Su-lu, onun yeniden sefere çıktığı haberini alarak Belh
şehrinden yola çıkan Horasan valisini Ceyhun’u geçerken kıstırır. Ağır
zayiatlar vererek hızla Belh şehrine doğru ricat eden Arap ordusunun peşine
takılan Türk Hakanı, Arapların ağırlıklarına saldırır. Araplar ağır zayiatlar
vererek Belh’e çekilmeyi başarırlar.
Kışı ülkesine dönmeyerek Toharistan’da geçiren Hakan
Su-lu’yu, Cüzcan egemeninin ihanet etmesi üzerine Arap valisi yanında az bir
kuvvetle Toharistan’da bastırır. Hakanın kuvveti 4 bin kadardır. Hakan ve
müttefiki Hariş güçlükle kaçmayı başarırken, kar ve tipi Halit bin Abdullah’ın
takip etmesine engel olur.
Uğradığı büyük ihanet yüzünden belki de kırgınlık içinde
memleketine geri dönen Türgiş Hakanı,
Arapları Türk yurtlarından kovmak için bir ömür harcamıştır. Arapların,
Ebu Müzahim (güçlük veren, sıkıntı veren) adını verdikleri bu büyük Türk
hakanı, ülkesinde de kendisine ihanet eden başkomutanı Kül-çur (Bağa Tarkan)
tarafından bir gece karargâhı basılarak öldürülür.
Türk Hakanı Su-lu’nun ölüm haberinin duyulması üzerine Horasan
valisi bütün Araplara şükür orucu tutmalarını emreder. Araplarda büyük bir
şaşkınlık ve bayram sevinci vardır. Halife Hişam, bu büyük müjdeye inanamaz ve
adamı Muktaddil bin Hayyanı yollayarak haberi doğrulatır ve büyük bir cimri
olmasına rağmen Hayyan’ı 100 bin dirhem altınla ödüllendirerek tahtının önünde
şükür secdesine kapanır. Başlarının belası Ebu Müzahim, artık yoktur.
Çinlilerin birbirine düşürdüğü Türgişler, hakanlarının da
ölmesiyle birbirleriyle savaşmaya başlarlar. Bu savaşların sonunda Kül-çur ile
birlikte birçok Onok beyi Çin’e bağımlılık için başvurur: “ Hakanımız öldüğü
için saldırılara uğruyor ve birbirimizi öldürüyoruz. Çin’e bağlanmak ve daimi
dış bağımlılar olmak istiyoruz.” Böylece Araplara karşı Türk direnişi
kırılırken, unvan dağıtan Çin, askeri destek göndermez.
Yeni vali Nasır bin
Seyyar ile birlikte Araplar yeniden toparlanmaya başlar:
Yeni vali Nasır bin Seyyar daha önce de Türkistan’ın
işgalinde önemli görevler almıştır. Bu sorunun eski yöntemlerle
çözülemeyeceğinin ve tekrar kangrenleşeceğinin farkındadır. Yeni Horasan valisi
Türk yurtlarına seferlere yeniden başlamadan önce ayrıca köleleştirilmiş
Türklerden 20 bin kişilik paralı bir askeri birlik de kurar. İşte değerlerine
yabancılaşmış bu yeni birlik ile güçlenen Arap ordusu, Türk yurtlarında yeniden
sefere başlar.
739 yılında
Semerkant’a yeniden yerleşen Araplar, Taşkent ve Fergana’ya da yeniden
tecavüzlere başlarlar. Ceyhun’u geçen Arap ordusunu sıkıştıran Kül-çur, gece
çıktığı keşif gezisinde tedbirsizliğinin kurbanı olur ve devriye gezen bir Arap
birliği tarafından ele geçirilir.
Nasır bin bin Seyyar karşısına çıkarılan bu yaşlı adamın
Türklerin komutanı olduğunu öğrenince, önce büyük bir şaşkınlık, arkasından da
sevinç yaşar. Kül-çur’un yüklü miktardaki fidye teklifini reddederek kafasını
kestirir ve cesedini nehrin kenarında Türklerin göreceği bir yere astırır.
Sabah cesedi Türk ordusunun göreceği bir şekilde yaktırır. Ardından başsız
kalan Türk ordusuna ölümcül bir darbe vurulur.
Taşkent, arkasından Fergana teslim olur. Buhara ve bazı
yerlerde yerel direnişler olmasına rağmen Arap egemenliği yeniden sağlanır.
Nasır bu sefer farklı bir siyaset izler ve Türklerle iyi ilişkiler kurmaya
çalışır. Yurtlarını terk edenlerin geri dönebileceği ve vergi borçlarının
affedildiği duyurulur. Yerel egemenler le çıkar birliğine dayalı iyi ilişkiler
kurularak çoğunun Müslüman olmaları sağlanır.
Ağır haraç vergileri azaltılır. Yerel egemenlerin halk
üzerindeki etkilerini iyi bilen Nasır bin Seyyar, onlara Arap egemenliği
karşısında saygın bir konum verir. Böylece maddi olarak daha az ama daha
güvenli bir sömürü başlar. İslamiyet’in yaygınlaştırılması için gereken korku
ve teşvik önlemleri alınır.
Görüldüğü gibi İngiliz usulü sinsi sömürü taktiği, ilk kez
Araplar tarafından Türklere uygulanmıştır.
Nasır bin Seyyar, Merv şehrindeki Cuma hutbesinde
Müslümanlara Şöyle sesleniyordu: “…Duymuş olunuz ki artık ben de Müslümanların
koruyucusuyum. Onlara her türlü iyiliği yapıyorum. Borçlarını ödüyor ve
ağırlıklarını (vergilerini) müşriklerin üzerine yüklüyorum. Şunu iyi biliniz
ki, bundan böyle daha önce kararlaştırılan ve toplanan vergiden fazla olanı,
benim tarafımdan asla kabul edilmeyecektir.” (Z. Kitapçı, Türkistan’da
İslamiyet ve Türkler, sayfa: 268)
Bir zamanlar Cerrah bin Abdullah ise şöyle söylüyordu: “Ben
ırkıma düşkün bir adamım. Allah’a yemin ederek söylüyorum ki benim kavmimden
olan bir kimse, benim için başka bir kavimden olan yüz kişiden daha
sevimlidir.”
İşte bu iki söylem arasındaki fark, her türlü baskı ve zulme
rağmen bir türlü teslim alınamayan bir ulusu, artık teslim almaktan vaz geçip
kazanabilme çabasının bir göstergesidir.
Ümeyyeoğulları, artık
geç kalmıştır:
Ümeyyeoğulları'nın bu dramatik siyaset değişikliğinin en
önemli bir başka nedeni daha vardır. Bu neden, egemen oldukları süre boyunca
sadece Türklere değil, tüm İslam İmparatorluğunun işgal ettiği topraklarda
uyguladıkları acımasız bir baskı, zulüm ve sömürü (haraç) politikasının sebep olduğu
ve Haşimoğlularının Abbasoğluları kolu tarafından fark edilerek, alttan alta
körüklenen büyük bir hoşnutsuzluk ve nefret dalgasının giderek yayılmasıdır.
Ancak Ümeyyeoğulları artık geç kalmıştır. Eski yöntemlerine
geri dönmek ise kendilerine karşı oluşan bu nefreti daha da körüklemekten başka
bir işe de yaramayacaktır. Bu politika değişikliğine rağmen kıvılcımın
Horasan’da ateşleyeceği büyük isyan dalgası, oradan Türkistan, İran, Irak,
Suriye ve Mısır’a kadar yayılacaktır.
Ümeyyeoğulları akıttıkları kan deryasında boğularak, tarih
sahnesinden çekileceklerdir. Ümeyyeoğulları'nın tarih sahnesinden çekilmesi,
Türklerde de dramatik bir değişime yol açacaktır.
Gelecek yazıma bu konuyla devam edeceğim.
AHMET ELDEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret, aşağılama içeren yorumlar yayınlanmaz