“Horasan, ancak kılıç
ve kamçı ile yönetilebilir”:
Türklere esir düşüp fidye ile güçlükle kurtulabilen Halife
Ömer bin Abdülaziz’in Horasan valisi Cerrah bin Abdullah’ın işte bu sözleri,
uzun süredir işgal altında tuttukları Horasan halkının bile Araplara nasıl
baktıklarının bir itirafı gibidir.
Horasan köylülerinin baskı, zulüm ve ağır haraç vergisi
karşısında yılarak Müslüman olmaları ve arazilerini bırakarak büyük şehirlere
kaçmaya başlamaları üzerine Horasan’ın haraç gelirlerindeki önemli düşüş
yüzünden, Haccac bin Yusuf, yerli halkın topraklarını terk etmesini ve Müslüman
olmalarını yasaklamıştır.
Ömer bin Abdülaziz halife olduğunda işte bu Müslüman olma
yasağını kaldırır. Ancak köylüler yine de haraç ödemeye devam edeceklerdir.
İşte burada İslam ordularının Allah’ın dinini yaymak için cihat ettikleri ve
işgal edilen yerlerdeki insanların huzur ve hidayete erdikleri gibi halâ
günümüz İslamcıları tarafından yapılan hamasi edebiyatın, ne kadar boş ve
mesnetsiz olduğu görülmektedir.
Arapların işgal ettikleri ülkeleri hiçte hidayete erdirmek
gibi bir dertleri yoktur. İşte Emevi hanedanının en insancıl halifesi Ömer bin
Abdülaziz’in bile, Horasan halkı Müslüman olsa dahi haraç gelirinden vazgeçmeye
niyeti yoktur.
“Ben misyonerim tahsildar değil” diyen Ömer bin Abdülaziz,
Haccac bin Yusuf’un koyduğu din değiştirme yasağını kaldırdıktan sonra, haraç
gelirlerinin azalmasını önlemek için bu sözünden çark etmiştir. (Doğan
Avcıoğlu, Türklerin tarihi, cilt: 3 sayfa: 1149-1150 Arazi mülkiyeti sorunu)
Arap İmparatorluğunun
parlak zaferlerle dolu yılları, artık Orta Asya’da sona ermiştir:
Arabistan’dan çıkarak
15 yılda bütün Ortadoğu ve İran’a egemen olan Araplar, sonunda Ceyhun nehrini
de aşarak Türk ülkelerini de işgal etmişler, ancak 70 yıldır içinden bir türlü
çıkamadıkları büyük bir batağa saplanmışlardır.
Örneğin Soğd ülkesi, Semerkant ve Keş kentlerindeki güçlü
askeri garnizonlar sayesine ancak elde tutulabilen düşman topraklarıdır. Diğer
bütün Türk ülkelerinde de durum bundan farklı değildir.
Ne Arap askerlerinin, ne de Arabistan’dan getirilen
kolonicilerin, hiçbir yerde can güvenlikleri yoktur. Gündüz vakti bile yalnız
ve silahsız gezememektedirler. Kuteybe bin Müslim ile başlayan sistemli işgal,
katliam, yağma ve sömürgeleştirme hareketinde, sonunda Batı Türkistan ülkeleri
ele geçirilmiştir, ancak bu zorba ve baskı dolu işgal altında bile Türkler,
amansız bir direniş göstermektedirler.
Batı’da Endülüs’ten, doğuda orta Asya içlerine kadar işgal
edilen topraklarda Arapların baskı ve zulmüne sonunda tüm milleteler çaresizlikle
boyun eğerken, Türklerin yaşadıkları ülkelerdeki bu amansız ve ölümüne direniş
karşısında, Arap orduları artık verdikleri onca kayıplar yüzünden Türklerle
doğrudan savaşa da girmez olmuşlardı.
İşgal edilen diğer ülkelerden özellikle Horasan ve İran’dan
getirilen köle ve paralı askerler savaşlarda ön saflarda Türklerin üzerine
sürülüyor, Arap askerleri geri saflardan mancınık atışları yapıyorlardı. Arap
Orduları, Halit bin Velid’in bir zamanlar İran ordusu komutanına gönderdiği
mektupta, “buraya öyle bir orduyla gelmişizdir ki ölmeyi sizin hayatı
sevdiğinizden bile daha çok severler” diyerek İranlılar için yaptığı
aşağılayıcı nitelemenin bile gerisine düşmüşlerdi. Allah yolunda cihat ederek şehit
Olup en ince ayrıntılarına kadar şiirsel bir şekilde tarif
edilen cennetin sonsuz nimetlerine kavuşmak, Arap askerlerine artık hiçte cazip
gelmez oluştu.
Sonunda Halife Ömer bin Abdülaziz, Ceyhun ve Seyhun
nehirleri arasındaki Batı Türkistan’dan geri çekilme kararı alacak, ancak
Buhara ve Semerkant’taki Arap koloniciler, üzerlerine kondukları bu zengin ve
müreffeh şehirleri her şeye rağmen terk etmeye şiddetle karşı çıkacaklardır. Bu
durumda Halife, kararından vazgeçmek zorunda kalır. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin
tarihi, cilt: 3 sayfa:1149)
Arap işgali altındaki Batı Türkistan ülkelerinin hakanları,
Çin’e gönderdikleri elçilik heyetleri ve mektuplarla yardım talebedeler:
Bir yandan Araplar girdikleri bu bataktan çıkmak için Çin’le
anlaşma yolları arayıp olumsuz yanıt alırken, İşgal altındaki Türk ülkelerinin
Hakanları da 717-731 yılları arasında Çin’e elçilik heyetleri ve mektuplar
göndererek yardım talebinde bulunurlar.
Bu dönemde Soğd 11, Toharistan 5, Buhara 2 heyet
gönderirler. Buhara’nın kukla hakanı Tuğ şad bile Müslüman olup oğluna Kuteybe
adını koymasına rağmen, sonunda baskı ve zulümden yılmış ve Çin İmparatoru’na
aşağıdaki mektubu göndermiştir:
“ Son zamanlarda her yıl Arap haydutlarının istila ve
yıkımlarından acı çekiyoruz. Beni bu güçlüklerden kurtarmasını imparatorun
Lütfundan bekliyorum. Ayrıca Türgiş’e yardımıma gelmesi için emir vermenizi
dilerim. Atlarımın ve askerlerimin başına geçeceğim. Uygun buluşmada Arapları
baştan aşağı ezeceğiz.”
Karatekin Hakanı, Çin imparatoruna gönderdiği mektupta
Arapların ağır vergilerinden ülkesini kurtarmasını ister:
“Arap yıkım yapıyor. Tohoristan, Buhara, Taşkent, Fergana
hepsi Arap’a bağımlı oldu. Krallığımda hazinelerime, depolarıma, halkımın
zenginliklerine Arap el koydu. Bunları alıp gittiler. Araplara emir verin de
krallığımdan aldıkları müsadere vergilerinden vazgeçsinler.”
Semerkant Hakanı Gürek, Çin imparatoruna yüz yılın
dolduğundan, artık Arap egemenliğinin son bulacağından bahseder:
“Size sadakatle bağlıyız. 35 yıldır Arap haydutlarına karşı
aralıksız savaşıyoruz. Her yıl sefere büyük atlı ve yaya ordular çıkardık. Ama
yardımınızı alma mutluluğuna kavuşamadık. Otuz Altı yıl önce Emir Kuteybe’yi
bozguna uğrattık. Ama Arap çok sayıda kuvvetle beni kuşattı. Asker yollayınız.
Araplar, toplam yüz yıl egemen olacaklardır. Bu yüz yıl doldu. Çin askeri gelirse,
ben ve benimkiler, Arapları yeneceğiz.” (Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman olduk,
Dokuzuncu bölüm, Sayfa: 103-104)
Seyhun nehrini geçerek Batı Türkistan’a giren Türgiş
(Türkeş) Kağanının askerleri, Batı Türkistan’da kurtarıcılarının geldiği
inancıyla büyük isyanı başlatır:
Batı Göktürk boylarını egemenliğinde birleştiren Türgiş
Kağanı Su-lu, 720 yılında başlayan Soğd ayaklanmasını desteklemek için küçük
bir askeri birliği Batı Türkistan’a gönderir. Kul-çur ünvanlı komutanının
emrinde Seyhun nehrini geçen Türgiş askeri birliği Soğd ülkesine gelir.
Bütün Batı Türkistan Hakanlarından destek alan Su-lu
Kağan’ın gönderdiği bu Türk askeri birliği, aldığı bu destek üzerine doğrudan
Semerkant üzerine yürüyüşe geçer. Yerel
askerlerine güvenemeyen
Arap Komutanları bu duruma seyirci kalırken bir kaledeki
küçük bir askeri birliği bile güçlükle boşalta bilirler.
Kül-çur komutasındaki Türk birliği, Soğd’da hiçbir dirençle
karşılaşmadan ilerler. Arap kolonicilerin bu durumu şiddetle protesto etmeleri
ve Arap vali Said bin Haris’e hanımefendi lakabı takmaları üzerine, Arap vali
Türklerle savaşmaya mecbur kalır. Ancak ağır bir yenilgi alarak Semerkant’a
geri çekilir. Şehri kuşatacak güçte olmayan Türkler küçük bir akın yaparak geri
çekilirler.
Halife Yezit bin Abdülaziz, bu başarısızlık üzerine Said bin
Haris’i görevden alarak yerine Said bin Haraşi’yi atar. Yeni vali asileri
itaate çağırırken durumdan memnun olmayan dihkanlar ve tüccarlar Fergana’ya göç
etmeye hazırlanırlar. Pek çoğu Hocent’e yerleşir.
Fergana egemeninin ikiyüzlülüğü sayesinde Hocent’i kuşatan
Said bin Haraşi, hafif koşullar öne sürerek teslim aldığı Hocent’e bütün
soyluları ve askerleri kılıçtan geçirerek, 400 tüccarı servetlerini
sakladıkları yerlerini öğrenebilmek için sağ bırakır. Yine kural değişmemiştir.
“Kâfire verilen söz muteber değildir.”
Hocent’e ki katliamdan kurtulanlar Türgiş Kağanı’na
sığınırlar. Bu sığınmacıların sayıları çoğalarak Araplara karşı askeri bir
birlik oluştururlar. Arap valisi Buhara, Semerkant yolu üzerindeki kaleleri
hile ile teslim alır ve sözünde durmayarak herkesi kılıçtan geçirir.
Peç-kent egemeni Divastiç’te, hileye kananlar arasındadır.
Halkı ile kaleye çekilen Divastiç, canlarının bağışlanacağı sözü üzerine teslim
olur. Ancak onu önce iyi karşılayan Said bin Haraşi, daha sonra kafasını
kestirerek Halife’ye gönderir. Sol kolu da kesilerek, onu teslim alan askere
hediye edilir.
Her şey yeniden en başa dönmüştür. Türklere bir türlü boyun
eğdirilememiştir. Üstelik baskı ve zulme boyun eğip Müslüman olanlardan veya
öyle görünenlerden parlak zaferlerin sona ermesiyle ganimetin kesilmesi ve
mecburi Müslümanlaşmayla haracın da azalması üzerine, Müslüman olanlar veya
öyle görünenler yeniden haraca bağlanır. Bu durum yeni ve daha büyük bir
ayaklanma dalgasına yol açar.
Bu arada 722 yılında, Hişam yeni halife olur ve Said bin
Haraşi’yi görevden alarak yerine Müslim bin Said’i atar. İslam ordusunu yeni
bir düzene sokan ve ihtilaf çıkaran Yemenli birlikleri zor yoluyla
etkisizleştiren Müslim bin Said, Seyhun’u geçerek Afşin şehrini kuşatır ve
haraç vermeye razı eder. Daha sonra Fergana’ya hareket eder. Arap ordusu
yoldaki bütün meyve ağaçlarını, ekinleri dahi tahrip ederek ilerler.
Ordusuyla Fergana’ya ulaşarak kuşatmaya alan Müslim bin
Said, Türgiş Kağanının bütün ordusuyla üzerine yürüdüğü haberini alınca derhal
kuşatmayı kaldırarak ricat emri verir. Cebri yürüyüşle hızlı bir şekilde Seyhun
nehrine doğru geri çekilen Arap ordusu, bütün ağırlıklarını bırakmak ve
Türklerin eline geçmesin diye yakmak zorunda kalır.
Türgiş Kağanına sığınan Soğd göçmenlerinin Araplara karşı
kurduğu birlik Seyhun nehri önlerinde Arap ordusunun önünü keser. Arkadan ise
Türgiş Kağanı bütün gücüyle üzerlerine gelmektedir. Can havliyle Seyhun’un
batısına geçebilmek için, Soğd Türklerinin üzerine saldıran Arap ordusu
Türklerden de hiç ummadıkları bir karşı saldırıyla karşılaşırlar. Sonunda çok
ağır zayiatlar vererek Seyhun’un batısına geçip Semerkant’a ulaşabilenler, Arap
ordusundan geriye kalan kılıç artıklarıdır.
Seyhun nehrine varınca önlerinin kesildiği ve çok ağır
kayıplar verdikleri güne, Araplar “susuzluk günü” adını verirler. Seyhun nehri
ötesindeki Arap varlığı tamamen sona ermiştir. Bu olayla önemli bir nüfuz
kaybına uğrayan Araplar, saldırı güçlerini uzunca bir süre yitirerek, artık
Batı Türkistan’da tutunabilmek için savunmaya geçmişlerdir.
Türgiş Kağanı karşısında Arapların düştüğü bu durum,
Müslüman olan ya da olmuş görünen Türkler de dâhil olmak üzere İşgal altında
yaşayan bütün Türkleri Arap işgaline karşı ayaklandırmıştır.
Tüm Türk yurtlarında Türgiş Kağanının da desteğiyle başlayan
bu yeni ve büyük isyan dalgasının yüzünden, bu kez İşgalci Araplar kendi
canlarının derdine düşmüştür.
Gelecek yazıma bu konuyla devam edeceğim.
AHMET ELDEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret, aşağılama içeren yorumlar yayınlanmaz