Başlarken:
Artık çok sık sorulmaya ve merak edilip araştırılmaya
başlanan Türklerin nasıl Müslüman olduğu sorusu, günümüz Türk-İslamcı
zihniyetinin en önemli sorunlarından biridir. Bu soru genellikle Türklerin
kendi dinleri ile yakın benzerliklerinden dolayı İslam’ı kolayca benimsedikleri
İslam ve peygamber aşkıyla hidayete erdikleri cevabıyla geçiştirilir.
Oysa tarihi gerçekleri araştırdığımızda, yukarıdaki
geleneksel söylemle ısrarla gizlenmeye çalışılan Türklerin Müslümanlaşma
sürecinin insanın kanını donduran kanlı bir vahşet süreci olduğunu görürüz.
İslamiyet, İspanya’da Prienelerin eteklerinden, Orta Asya’da
Tanrı dağlarının eteklerine kadar, o zaman bilinen Dünyanın yarısına kılıç ve
zulmün zoruyla yayılıyordu. Bu yayılmanın aslında insanlara Allah'ın dinini
benimsetme ve hidayete erdirme değil, aksine ele geçirilen yerlerin iliğine
kemiğine kadar sömürülmesinin amaçlandığı gerçeği bugün Asrısaadet masallarıyla
saklanamayan bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte işgal edilen tüm bu coğrafyalardaki halklar kâfir
oldukları için katliama uğruyor mallarına, kadınlarına, kızlarına, ganimet
olarak el konuyor ülkelerin verimli topraklarına Arabistan’dan getirilen
Araplar yerleştiriliyor ve hayatta kalanlar bundan sonra yaşamlarını sürdüre
bilmek için ya köle olmaya ya da ağır bir cizye yani kelle vergisi ödemeye
zorlanıyordu.
İşte bu ağır kelle vergisinden kurtula bilmek için
insanların yoğun olarak İslamiyet’e geçmesinin, İslam imparatorluğunun en
önemli gelir kaynağını önemli ölçüde azaltması üzerine, Emevi valisi Haccac Bin
Yusuf’un din değiştirmeyi yasaklaması, amaçlananın hiç te insanları hidayete
erdirmek olmadığının en güzel kanıtını oluşturmaktadır.
İşte İslamcı zihniyetin melek yüzleriyle söylediği o bildik
sözler her zaman şunlardır: “ Bunlar tanrı sözleridir ve kâinatın kuruluşundan
yok oluşuna kadar geçerli biricik kurtuluş reçetesidir. Yani 1400 yıllık İslam
tarihine baktığımızda yukarıda anlattıklarımız bu günde geçerlidir.”
İşte bu çelişki karşısında hemen savunmaya geçilir, “canım o
zamanın şartları öyleydi, ona göre değerlendirmek gerekir”. Ama sizin de
durmadan söylediğiniz söz, “İslam şeriatı kıyamete kadar geçerli yegâne
kanundur.” O zaman 1400 yıldır yaşanan tarihi gerçekler de işte bunlardır,
sizde mi aynısını yapacaksınız? Diye sormak gerekir.
Yok, yapmayacaksanız, günümüz insani değerlerine,
demokrasiye, laikliğe, fikri ve vicdani hürriyete karşı çıkmanızın gerekçesi
nedir? Bunların yerine koyacağınız şey nedir?
İşte günümüz İslam Dünyasında ve ülkemizde yaşananların
sebeplerini irdeleye bilmek için, nasıl Müslüman olduğunuzun kan, acı ve zulüm
dolu gerçek tarihini öğrenmemiz artık her zamankinden daha büyük önem arz
etmektedir.
Şüphesiz ki siyasal İslam, yani Şeriat, günümüz insani
değerlerine yabancılaşmadan benimsenemez.
Bu yazı dizisini ilgi gösterip takip edecek olan
okuyuculara, özellikle yeni yetişen gençlere faydalı olmasını diler, takip eden
okuyuculara şimdiden teşekkür ederim.
AHMET ELDEN
Türkler nasıl
Müslüman oldu: “Saklanan tarih- 1”
Hazreti Muhammet’in ölümünden sonra Araplar kısmen veya
toplu halde İslamiyet’i bırakmaya başlarlar. Öyle ki Arap Yarımadası’nda
yalnızca üç cami kalır. Bunlar, Mekke, Medine ve Bahreyn’deki Abdülkays
camisiydi.
Bunların dışında hiçbir cami kalmazken Medine’ye zekât
göndermeyi reddeden Arap kabileleri de toplu halde İslamiyet’i terk ediyordu.
Bu gelişmeler üzerine Ömer Bin Hatab’ın zorla halife seçtirdiği Ebu Bekir:
“Yahudiler bununla çok sevinirler, tek bir muhalif kalmayıncaya savaşa devam”
emri veriyordu.
Ebu Bekir İslam’dan çıkma hareketine karşı çok sert
tedbirler alır. Halit Bin Velid’i ordusuyla dinden dönenlerin üzerine gönderir
ve orduya sefere çıkmadan öce şu konuşmayı yapar: “Bakın, siz ölürseniz şehit
yani cennetliksiniz. Onlar ölürse cehennemliktir. Size onların canları, malları,
hanımları ile kızlarını cariye olarak almanız helaldir, ama onların bu
avantajları yoktur. “
Abdullah Bin Mesut, “Ebu Bekir döneminde biz bu mesajlar
sayesinden kazandık, yoksa işimiz zordu” diyecektir.
İşte Ömer Bin Hattab, halife seçtirdiği Ebu Bekir’e tıpkı
peygamber döneminde olduğu gibi, Arapların cennet, ganimet ve cariyelerle
güdülenerek dış fetihlere yönlendirilmesini salık verir.
İşte meşhur İslam tarihçisi kuzey Afrikalı İmam Zehebi,
El-iber adlı eserinde şunları yazar: “Müslümanlar Afrika’yı ele geçirince, elde
ettikleri ganimetten savaşa katılanların her şahsa bin Dinar (altın para)
dağıtıldı. Bunlar Afrika’nın işlenmiş kıymetli mücevheratını Allah adına talan
ettiler” Düşünün ki bu ordu on binlerce kişilik bir ordudur.
Ebu Bekir’in ölümünden sonra emri vaki ile halife olan Ömer
Bin Hattab dönemi ise tam bir fetih ve istila dönemi olacak, on yıl gibi bir
sürede, Suriye, Filistin, Mısır, Irak, Kürdistan, Ermenistan, Azerbaycan ve
İran ele geçirilerek Ceyhun nehrinin batı kıyılarına dayanılacaktır.
İşte o dönemlerden kalan tarihi belgelerde geçen şu metin
son derece manidardır:
“Kutsal yerler yakıldı. Kutsal ateş söndü ve büyüklerin en
büyüğü kendisini gizledi. Arap zulmü Şehrizar’a kadar olan tüm yerleri harap
etti. Kadınlar ve kızlar esir alındı, erkekler kendi kanlarında boğuldu.
Zerdüşt inancı yalnız bırakıldı. Hürmüz’ün hiçbirisi için bağışlaması
olmayacaktır.” (Cemşid Bender, Kürt uygarlığı ve tarihi, sayfa: 78)
İslam orduları komutanı Halit bin Velid, İranlı komutan
Hürmüz’e aşağıdaki Ültimatomu gönderecektir:
“Siz İslam dinine giriniz, emniyet ve güven içinde yaşamaya
devam edersiniz. Eğer İslam dinine girmezseniz bizim hâkimiyetimizi kabul
ediniz; Zimmi (İslam ülkesinde cizye karşılığı yaşamasına izin verilen gayrı
Müslim) olun, biz de sizi koruyalım. Başkalarının size taarruz etmesine fırsat
vermeyelim. O takdirde bize cizye (kelle vergisi) vermeniz gerekecektir. Yok,
bunu da kabul etmezseniz bizim yapacağımız bir şey kalmamıştır (günah bizden
gider). Aramızdaki hükmü Allah verecektir. Fakat öyle bir orduyla gelmişizdir
ki, bu ordunun askerleri ölümü, sizin hayatı sevmenizden daha fazla seven
kimselerdir.” (Z. Kitapçı, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, Sayfa:90)
Halit bin Velid’den 900 yıl sonra İspanyol fatihleri de
Amerika yerlilerine ünlü Requeriminento’yu okuyorlardı:
“Reddettiğiniz ya da işi kurnazlığa vurup bizi oyalamaya
kalkıştığınız takdirde sizlere dosdoğru bir şekilde derim ki: Allah’ın da
yardımıyla var gücümüzle üzerinize saldıracağız, amansız bir savaş verip
sizleri boyunduruk altına alacağız. Kilisenin ve hükümdarımızın egemenliği
altına sokacağız. Hükümdarımızın emri ile bedenlerinizi istediğimiz gibi
kullanacağız. Sizi, kadınlarınız ve çocuklarınızı köle olarak satacağız.
Mallarınızı alacağız ve size elimizden gelen her türlü kötülüğü
yapacağız.” (E. Gelano, Latin
Amerika’nın kesik damarları, sayfa: 23)
Görülüyor ki İslam orduları da İspanyol ordularından hiçte
farklı değildir. Şöyle bir farkla ki İslam orduları tam 900 sene kıdemlidir.
Hal böyle iken Hristiyanlık adına yapılanlar büyük bir
zevkle aşağılanırken, İslam adına yapılanları cihat olarak kutsamak ve övünç
vesilesi yapmak, ikiyüzlülükten ve nalıncı keseri misali kendine yontmak ve
tarihi bilinçli olarak çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
Ve Türklerle Araplar karşı
karşıya gelirler:
637 yılında Arap orduları Sasaniler’le yaptıkları Kadisiye
savaşından zaferle çıkarlar. 642 de Nehavend’de bir zafer daha kazanan İslam
orduları tüm İran’a hâkim olup Ceyhun nehrine kadar olan tüm toprakların yolunu
açacaklardır.
Bunun üzerine yenik Sasani imparatoru Yezdicert Türklerden
yardım ister. Halife ordusunun kendi sınırlarına gelip dayanmasından rahatsız
olan Türk hakanı bu yardım çağrısına sessiz kalmaz ve Soğdlular’ın da
desteklediği büyük bir orduyla Ceyhun nehrini aşarak Arap orduları üzerine
büyük bir harekât başlatır.
Kaldı ki Abdurrahman bin Rabia komutasındaki bir Arap ordusu
bir önceki yıl Ceyhun’un geçerek Türk illerine saldırmış ve yağmalamıştır.
Z. Kitapçı, yerli halkın yardımından yoksun olan Arap
ordusuna talih yardım etmezse tüm İran’ı kaybetmek durumunda kalacaklardı diye
belirtir. Gerçekten de Belh şehrini acele boşaltan ve hızla geri çekilen Arap
komutanı Ahnef’e talih yardım edecektir.
Türk Hakan’ının İran üzerine sefere çıkmasını fırsat bilen
Çin ordusu Türkistan’a girmiştir. Böylece Türk Hakanı topraklarını kurtarmak
için geri dönme kararı alacak ve Arap orduları büyük bir imha hareketinden
kurtulacaktır.
İşte tarihin akışının değiştiği an da bu andır. Çünkü yağma
ve ganimete alışmış Arap orduları 50 yıl kadar süren vur kaç akınlarından sonra
İran’da durumunu güçlendirerek bizzat halifenin isteği doğrultusunda büyük bir
işgal ve kıyım harekâtına başlayacaktır.
Türk yurdunda büyük bir işgal, katliam, tecavüz ve yağma
hareketi başlayacak ve Türklerin işgale karşı gösterdikleri büyük direnç ve
topyekûn giriştikleri yurtlarını savunma tepkisine karşı Arap orduları
yüzbinlerce türkü acımasızca katledecek, kadınlar, kızlar ve çocuklar Arap
ülkesinin köle pazarlarında satılmak üzere götürüleceklerdir.
Gelecek yazıma bu konuyla devam edeceğim.
AHMET ELDEN